Yaşam Bellek Özgürlük’ün de dahil olduğu İnsan Hakları Savunucuları Dayanışma Ağı bileşenleri, Birleşmiş Milletler (BM) yetkililerine bir mektup göndererek, son dönemde Türkiye’de LGBTİ+ haklarına yönelik artan tehdit ve uygulamalara dikkat çekti. Mektupta, BM yetkililerinden acil müdahale talep edildi.
BM Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Kimliğine Dayalı Şiddet ve Ayrımcılığa Karşı Korunma Bağımsız Uzmanı, Barışçıl Toplanma ve Örgütlenme Özgürlüğü Özel Raportörü, İfade Özgürlüğünün Korunması ve Geliştirilmesi Özel Raportörü ve Terörle Mücadele Ederken İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi Özel Raportörü’ne gönderilen mektupta,
Türkiye’de özellikle 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimi sonrasında gittikçe ağırlaşan hukuk devleti ve insan hakları krizine vurgu yapıldı ve bu süreçte LGBTİ+ haklarına yönelen müdahaleler sıralandı. Bu çerçevede, OHAL sürecinde LGBTİ+ etkinliklerine ilişkin, bir kısmı hala süren yasaklardan bahsedildi. Mektupta, LGBTİ+ hak savunucularını ve bireyleri hedef alan hukuki taciz ve fiziksel saldırıların yanı sıra, sistemli ayrımcık ve nefret söylemine de vurgu yapıldı.
Mektupta, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın 24 Nisan 2020 tarihinde yaptığı ve LGBTİ+’ları hedef alan açıklaması, baroların bu açıklamaya yönelik tepkisi hatırlatıldı ve Ali Erbaş’ın açıklaması sonrası LGBTİ+’lara karşı nefret söylemindeki ciddi artış ve bu söylem sahiplerinin cezasızlık kalkanı ile korunması anlatıldı. Bu yıl Onur Haftası döneminde, pek çok üst düzey kamu görevlisi ve siyasetçi ile hükûmet yanlısı medya kuruluşlarının, LGBTİ+’lara yönelik ayrımcı ve kışkırtıcı nefret söylemi kullandığını anımsatan mektupta, bu gelişmelerin, iç hukuka ve Türkiye’nin uluslararası hukuk yükümlülüklerine aykırı olduğu belirtildi.
Bu çerçevede mektupta, Anayasa’nın 26. ve 34. maddelerinin, herkesin ifade ve örgütlenme özgürlüğünü güvence altına aldığı; 10. maddenin de, “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” düzenlemesini içerdiği hatırlatıldı. Ayrıca, Anayasa’nın 90. maddesi gereği, iç hukuk ile Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası insan hakları sözleşmeleri arasında çelişki oluşması halinde, uluslararası sözleşme hükümlerinin esas alınması gerektiği vurgulandı.
Mektupta, Anayasa ve yasaların lafzında cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine dayalı ayrımcılık ifadeleri açıkça yer almasa da, yukarıda yer alan Anayasal ilkeler ve Türkiye’nin uluslararası hukuk yükümlülükleri ile birlikte Türk Ceza Kanunu’nun eşitliği düzenleyen 3. maddesi, ayrımcılığı ve nefret söylemini suç olarak düzenleyen 122. ve halkı farklı özelliklere sahip bir kesime karşı kin ve düşmanlığa tahriki cezalandıran 216. maddeleri gereği de bunlara dayalı ayrımcılık veya bağlı nefret söylemi ve hedef göstermelerin hukuka aykırı olduğunun altı çizildi.
Ayrımcılık yasağının, uluslararası hukukta bir teamül hukuku kuralı olduğunu ve OHAL dönemi dahil, hiçbir şart ve koşulda, bu yasağa istisna getirilemeyeceğini vurgulayan mektupta, Türkiye’nin bu yasağa uyma yükümlülüğünü azaltamayacağı ya da askıya alamayacağı vurgulandı.
Türkiye’nin LGBTİ+’lara yönelik yasaklayıcı politikalarının ve özellikle son dönemlerde LGBTİ+’lara dönük üst düzey hükûmet ve devlet temsilcilerinden gelen hedef gösterici nefret söylemlerinin, uluslararası ve Anayasal standartlara aykırı olduğunu anımsatan mektup, bu uygulamaların, LGBTİ+’lara karşı son derece ağır sonuçlara yol açabilecek bir şiddet yönelimini belirli bir kesim için meşrulaştırdığını veya bunun önünü açtığını belirtti.
Mektupta, Türkiye Hükûmeti’nin, ulusal ve uluslararası yükümlülüklerine uygun davranması gerektiğinin altı çizilerek, LGBTİ+’lara yönelik hedef gösterici, ayrımcı nefret söylemine son verilmesi ve LGBTİ+’ların bu tür söylem ve müdahalelere karşı korunması için gerekli önlemlerin acilen alınması çağrısı yapıldı.
Bu bağlamda mektuba katılan insan hakları örgütleri, BM özel mekanizmalarını, Türkiye Hükûmeti nezdinde gerekli adımların atılması için girişimde bulunmaya davet etti.